21 Ağustos 2012 Salı

.A



Alışmak zordu ‘hassas çocuk kalbin’deki berelerin üstünü kapatıp yeni bir şarkı yazmaya. Alışmak zordu, henüz ‘düşlediğin’ tutamazken yüreğinden, ‘istemediğin’in tutmasına. Alışmak zordu yeni bir aşka, yeni bir başlangıca…
 Ve o.
 Duyup bileceğin tüm peygamberlerden yüce sabrıyla, insanlığıyla, saygısı, anlayışı, sıcaklığıyla O ! Yine de alışmak zordu. Her zaman zordur.
Bazen insan ‘Lanet olsun ben sadece mutsuz olmak için yaratıldım !’ derken önüne çıkan fırsatlara izin vermez. Ta ki gün gelir bir melek fısıldar kulağına ‘aşk’ı... ‘Git’ der; bu yol senindir… Ve o şansın döndüğü anda, gardın indiği anda, aşka soyunduğum anda geldi O… Bir lütuf gibi, mutsuzlukların kefareti, sonu gibi…
Sadece mutluluk vardı; güzellik vardı sonra. Heyecan vardı, yeni bir hayat vardı, küçük sevimli utangaçlıklar vardı, masumiyet vardı… ‘Aşk’ vardı aşk !
İki insan yeni yeni tanıyorken birbirlerini her şey ne kadar da değişiyor. Kaybetmemek için neler göze alınıyor !
Ve SEN !
O ilk günler öyle olduğunu sandığım, bir çocuk masumiyetindeki ruhuna öyle inandırmıştın ki beni… Dünyada herkesin bir eşi olurmuş. Gözlerime bakmaya kıyamadığın zamanlarda, sen bulutlara bakarken düşünüyordum ben bunları -senin haberin yoktu-; herkesin bir eşi varmış ve benimki hemen yanıbaşımdaymış diyordum…
 Gözler önemlidir. Derler ki büyükler; kalbin de aynasıdır gözler. Gözlerinde bulmuştum huzuru… Islak bir öpücüğün tadını erkenden hissetmemiz bu yüzden… Hissettiğini yap derler hani, anı yaşa. Seni hissetmeye erkenden başlamak bu yüzden.
Ben hep çocuktum dilimde şarkılar, gözlerimde ışıltılarla, şımarık gülüşlerimle ha birde kulağına ‘seni seviyorum’ derken… Omzunda uyurken de çocuktum; ve öyle büyüdüm ben… Küçük bir kızken cesareti öğrendim. Ha sonra birde sana esareti…
Ben sonra yeni bir rol verdim sana, ‘istenmeyenken’ ‘ düşlenen’ oldun ve özlenen, ve beklenen… Pek çok rolün oldu hayatımda; özlediğim, kızdığım, beklediğim, sövdüğüm, sevdiğim, BABAM, zaman zaman kucağımda uyuyan çocuğum, nefesim… Hep can damarımdan vurdun yani, en büyük coşkularım oldun hep… Bir sen korudun beni, bir ben çekebildim seni… İkinci bir annenin tadını sayende öğrendim… Öyle her zaman utanmamayı, en azından gözlerinin içine bakabilmeyi öğrendim… Şarkılar her zaman soğuk Eylül akşamlarında senin kucağında, kulağına fısıldayarak söylenmiyormuş, öğrendim bunuda. Bir de okeyde taş çalmayı senden öğrendim…
Bir duanın kabul olması gibi bir şeydi seninle olmak. Hani o yerli, yabancı her filmde görüp imrendiğim aşk sahnelerinin hepsini dolu dolu yaşamak; ettiğim duaya amin demek gibiydi…
Her şey masallar gibi, şeker pembeyken bile en büyük gerçeğimdin oysa. Gördüğüm her korkulu rüyada kucakladın beni, ve kimseye anlatamadığım o kabusları (!) hep sen bildin… Her korktuğumda içime o suyu sen serptin, beni güldürmesini bir sen iyi bilirdin…
Merhametinle şiddetinin arasındaki ince çizgide çok gidip geldim ben… Evet hiç unutmadım kırıp döktüklerini ! Acımasızca kırdığın kalbimi, döktüğün yaşlarımı… Ve sonra beni üzdüğün için kendini kahretmeni… Unutmadım. Yüzün yüzümde uyuduğumuzda, gözlerini açarken yanağımda kirpiklerini hissettiğimde affettim seni… Alnımdan her öptüğünde kalbimdeki bir çizgiyi silerek affettim seni… Gözlerini açıp ‘Günaydın sevgilim’ dediğinde affettim seni…
Aşkın yaşandığı bir şehir zindan oluyor bazen. Her sokak adı tanıdık, her adım bildik, her köşe başı, her mekan, her yüz… Gecenin bir yarısı ‘ne olur onu hatırlatacak bir şey olmasın’ dualarıyla tavaf edilen dar sokaklarda; yüzü yerde, sade kendi adımlarını sayan ve aslında hatırlatacak şeylerden kaçarken her şeyi hatırlayan, kendiyle çelişen bir kadın… Artık ağlamayı bile başaramayan… Ve tüm bunlardan bihaber bir adam… Ağlamayı zaten başaramayan…
Her şeyin karşılığı lügattaki gibi olmalıymış aslında. Tam da öyle ! Elma elma olmalı mesela, kitaba kitap demelisin, anne annedir öyle ya. Eğer tutup birine ‘herşeyim’ dersen, ve her şeye ‘O’ dersenHERŞEYİNİ bir gün kaybedermişsin… Doğruymuş…
Öyle ama, yağmurun altında elele gezip sonra çocuk gibi koşup otobüse yetişme telaşı yaşarken beklemediğin anda bir ‘seni seviyorum duyarken, yada televizyonda bir şarkı duyduktan sonra aynı şeyleri düşündüğünü bilip, aynı anda birbirinin gözlerinin içine bakarken, ‘benim karnım aç’dan önce ‘senin karnın aç mı ?’ diye düşünürken, tam üşüyorum diyecekken ‘üşümüşsün sen’ deyip sımsıkı sarılırken, bir bakışından anlayıp ‘sende özledin değil mi ?’ derken; hangi lügat düstur olabilir bir aşığa ? Hangi mantık dur diyebilir; yapma çok üzüleceksin sonunda !
Senin yüzüne söverken bağıra çağıra, başka kimseye kötüleyemiyorum seni. Bazen çok canım yanıyor, söyleniyorum eşe dosta, ama onu da beceremiyorum ki… Tüm yanlışlarına rağmen tek doğrumdun sen bu hayatta. Çok yanlış, bir doğruyu götürüyormuş baksana…
Alışmak zordu… Bitti dediğin yerde başlamasından daha zordu ‘başladığı yerde bitmesi’ ve buna alışmak daha da zordu…
Yorgun yüreğimle seni sevmek zordu, hep şikayet ederdim kahretsin olmuyor diye.
Şimdi bir şikayet daha ediyorum. ‘Kahretsin, olmuyor..’   - kedilijelibon(2010)